Neden İnsanların Çoğu Yanlıştadır?

1942 yılında Albert Einstein Oxford Üniversitesi’nde ders vermektedir. Bir gün son sınıf öğrencilerine İleri Fizik konusunda bir sınav yapar. Asistanı ile kampüste yürürlerken…

Asistanı; “Dr. Einstein, bu son sınıf fizik öğrencilerine yapacağınız sınav, geçen sene aynı sınıfa yaptığınız sınavın aynısı değil mi? ”

“Evet, evet” dedi Albert Einstein. “Birebir aynısı…”

“Ama, bunu neden yapıyorsunuz? Böyle bir şey yapacağınızı düşünemezdim.”

Einstein cevaplar: “Evet sorular aynı, ama cevaplar değişti.”

Evet, cevaplar değişti… 1942 biliminde bir senede değişen bilimsel konuların, bugüne aynı kalması nasıl ki imkansızdır. İçinde yaşadığımız dünyada da sorular aynı kalabilir, ama cevaplar her geçen saniye değişmeye devam edebilmektedir. Yani şu an elinizde olan doğrular veya yanlışlar, sizinle beraber geleceğe gelemeyecek. Daima yaptıklarınız dahi bir süre sonra aynı sonuçları vermeyecek, veremeyecek…

Eğer daha önce elde etmediğiniz sonuçları istiyorsanız, daha önce yapmadığınız şeyleri yapmaya başlamanız gerekecektir.

Bugün ki sorumuz “İnanılmaz güzel sonuçlar alabilmek için bir metot var mıdır?” olacak. Ve güzel haber şu ki, cevap “Evet”.

Konu, “yüksek performans” olduğunda neden çoğunluğun yanlışta olduğunu anlamak, elinizde olanın ötesinde, istediğinizi elde etmek için kullanabileceğiniz muhteşem bir veri olacaktır.

Çoğu zaman satış derslerimde de aktardığım bir gözlemden bahsedeyim. Bir hedefe ulaşmaya çalışan kişi, ekip veya organizasyonlar duvara tosladıklarında, genel olarak 2 hareketten birini yaparlar.

Ya- büyük bir motivasyon ile aynı duvara, aynı şekilde daha hızlı ve çok sayıda toslamaya

Ya da- özgüven kaybı sebebi ile aynı duvara daha az sayıda toslamaya devam ederler.

Çok nadiren görünen durum ise; ilk toslamanın ardından, ilk yaptıklarını farklı şekilde denemeleridir. İlginç olan ise, ölçüm sonucu, bu kişi veya grupların diğerlerine oranı %3 civarında çıkmaktadır.

Kalan %97 ise, enerji hapı veya steroid almış gibi hala aynı duvara daha hızlı ve fazla sayda toslamakla, ve hala farklı bir sonuç beklemekle meşguller.

Toplumdan sıyrılmak gerçekten zordur. Çünkü toplum bilinç ile değil, sürü psikolojisi ile yönetilir.

Bir diğer örnek… 1960larda yapılan bir deneyde (Asch deneyi diye aratabilirsiniz) bir ortama denekler alınıyor. Aslında bu deneklerden sadece biri denek, diğerleri ayarlanmış kişiler. Beş adet kürdandan ikincisi diğerlerine göre daha kısa hazırlanıyor. Ve deneklere hangisinin kısa olduğu önce ayarlanan kişilerden başlanarak soruluyor. Denek 1: 4ncü çöp kısa diyor, aslında ikinci çöp kısa olmasına rağmen… Denek 2’nin de soruya cevabı 4ncü. Denek 3-4 -5 derken hepsi 4ncü çöpün kısa olduğunu söylüyorlar. En sonda ise gerçek deneğe sıra geldiğinde, denek stres altında, kendisine 2nci çöp kısa gibi gözükmesine rağmen, bir süre düşünüp 4ncünün kısa olduğunu söylüyor. İnsanların %97’si doğru olduğunu bildikleri konularda dahi toplumun “norm”larından kopup kendi doğrularını ve normlarını savunamaz.

Bu durumu anlamak için belki bir soru daha sormamız lazım. ” Düşünmenin amacı nedir?”

🙂 Bir beyin uzmanına soruyu sorsanız muhtemelen “Düşünmenin amacı, daha fazla düşünmenin gerekmemesini sağlamaktır.” diye hoş ve paradoksal bir cevap alabilirsiniz. Düşünmek çok yüksek enerji gerektiren bir aktivitedir. Günlük enerji ihtiyacımızın büyük bir kısmı organlarımızdan beyin tarafından harcanır. Düşünmek pahalı ve lüks bir faaliyettir.

Bu nedenle ne zaman düşünmeyi denesek, olabilecek en kısa sürede beynimiz faaliyetini sonlandırmaya ve tekrar otomatik pilota dönmeye çalışır.

Hayatımızın %95’ten fazla bir süresinde Semi-hipnoz da denilen otomatik pilot durumunda yaşarız. Yemek yerken çatalı hangi hızda yemeğe çakacağımızı veya ağzımıza getirirken kaç derecelik bir açı ile getireceğimizi, ağzımıza kaç santim kala ağzımızın açılması gerektiğini bilinçli olarak hesaplamayız, hesaplayamayız. Veya araba sürerken yaptığımız vites değiştirme, hızlanma, yavaşlama, yola uygun dönüşler, ani duruşlar gibi aksiyonların nerede ise hiçbirini bilinçli olarak yapmayız ve arabadan indiğimizde yol boyunca son bir saatte neler yaptığımızı hatırlamayız bile…

Şu an bile okurken bir çoğunuz otomatik pilotta yazıya göz gezdiriyor, ancak ne yazdığım hakkında düşünmüyor.

Beyniniz otomatik pilotta iken oluşan duruma bilim dünyası “Mental miyopluk” veya “Tünel bakışı” isimlerini verirler. Eğe sizde de bu şekilde bir Tünel bakış durumu varsa, kendiniz ve performansınız hakkında yanılabilirsiniz. Bu durum son sürat giden bir yarış arabasındaki şoförün durumuna benzer. Son sürat sadece önünüzdeki dar yola odaklanmışken, tek gördüğünüz o dar yol aralığı ve dikiz aynasından size çok uzakmış gibi görünen rakipleriniz olabilir ve kendinizi en önde şampiyonluğa bir fersah uzakta sanabilirsiniz.

Bunu başka bir şekilde anlatalım. Bir kutu düşünün. Kutunun sınırları çok iyi şekilde belirlenmiştir. Sizler de genel olarak bu sınırları belirlenmiş kutunun sınırları dahilinde düşünürsünüz.

Bu sınırlardan ilki kanuni sınırlardır. Hareketlerimizi genel olarak kanuni sınırlar içinde gerçekleştiririz. Nerede ise hiçbiriniz, bugün satın alacağınız proje malzemelerinin finansmanını, otobüste beraber seyahat ettiğiniz kişilerin cüzdanlarını çalarak gerçekleştirmeyi düşünmezsiniz. Nerede ise hiç kimse… 🙂 Ya da ben öyle umuyorum.

Başka sınırlar da mevcuttur. Teknolojik sınırlar, fiziksel sınırlar, ahlaki sınırlar… Daima bu sınırlar içinde düşünmeye çalışırız. Bu nedenle aslında sınırlandırılmış bir kutunun içinde gibidir düşüncelerimiz. Yine de çok geniş bir düşünce alanımız olduğu yanılsamasına düşenler için belirteyim, bir kibrit kutusu bile etmeyen bir alanda sınırlı kalır düşüncelerimiz.

Kutunun ne kadar küçük olduğunu anlamanız için birkaç örnek vereyim.

“Hadi bu akşam beraber bir yemek yiyelim.” dediğimde, aklınıza ya evdeki malzemeler ile pişirmek, veya yemek sipariş etmek, veya restorana gitmek ve yemeği listelenen yemeklerden seçmek gibi muhteşem seçeneklerden biri gelir.

Çok az sayıda insan, “Hey, hadi otoban taraflarına gidelim ve kendimize akşam yemeği için, araçların çarptığı bir hayvan bulalım” gibi bir fikir ile gelir. Çok rahatsız edici bir düşünce değil mi? Ama mesela Afrika’nın ilkel bölgelerinde yaşayan kabileler için son derece normal bir yöntem olabilir bu düşünce… Sadece buradan dahi baktığımızda kendimize çizdiğimiz ufacık bir kutunun limitleri dahilinde düşündüğümüzü ve karar almaya çalıştığımızı, bu sınırların ötesinde düşünmenin bizi nasıl rahatsız ettiğini görebilirsiniz.

Konu sadece akşam yemeği konusu değil, iş dünyasına, hani o “Profesyonel – Endüstriyel – Entegratör hayatımıza” da baktığımızda aynı şekilde küçük bir kutunun içine sıkışmış düşüncelerimizin farkına varabilirsiniz. Buradaki sınırlara endüstri standartlarını veya endüstri normlarını ekleyebilirsiniz.

Mesela restoran işindeyseniz, yerleşik normlar, siz hazırlarsınız, müşteriniz yer ve parasını öder. Mesela “Sen ye, torunun ödesin” gibi bir standart yoktur. Herkes böyle yapar. Siz de herkes öyle yaptığı için öyle yaparsınız.

Veya vatandaşsanız, siz size hizmet etsin diye en iyi yalanı söyleyene oy verirsiniz, o da sizi iktidarı boyunca sömürür ve siz ona hizmet eder, para yetiştirirsiniz. Demokrasi budur. Bunlar standartlar ve normlardır. Birileri sizin adınıza düşünüp o “norm”ları oluşturmuştur. Yani birilerinin sizin adınıza düşünüp oluşturduğu, sonra herkesin uyguladığı normlara uymaya “Normal” denir. Ve siz de normal olarak herkesin elde ettiği sonucu, başarı ile tekrar ve tekrar elde edersiniz. Bu sonuca da “normal sonuçlar” denir.

Ama bizim cevabımız “normal ötesi” sonuçlarda saklı.

Peki kendimizi kutu dışına nasıl çıkarabiliriz? Mutlu azınlığın olduğu daha geniş düşünce alanlarının hatta sınırsız düşünce alanlarının olduğu alanlara nasıl çıkarız?

Örnekler iyidir. Söylemek istediklerinizi net bir şekilde anlatmakta size çok fayda sağlar. Bu konuyu da bir örnekle anlatayım.

Londra’da taksi şoförü olmak çok zordur. İstenen şartlar; Londra caddelerini tamamen ezbere bilmekten geçer. Bir adresten diğerine gidişi, sınavda cadde cadde alternatifleri ile sayabilmelisiniz. Hiç kolay değildir. Bu nedenle taksi şoförü bulmak inanılmaz derecede zordur. 20-30 yıl aktif olarak Londra sokaklarında araba kullanmak bile yetmez bazen yeterince öğrenebilmek için…

Taksi şoförlüğünün özellikle göçmen alan ülkelerde, özellikle yeni göçmenlerin tercih ettiği bir meslek olduğunu düşündüğünüzde Londra’da neden taksi şoförü bulabilmenin zor olduğunu tahmin edebilirsiniz.

Bu nedenle taksi işletmeciliğinde işinizi büyütebilmek inanılmaz zordur. “Norm”lar öylesine yerleşmiştir ki, “normal” bir şoför bulabilmek, “normal üstü” bir hal almıştır.

Yerel yönetimler taksi işletmeciliğini hem büyütmek, hem de gerekirse yeterince cadde bilgisine sahip olmayan şoförleri de kullanabilmek için nasıl bir formül geliştirebileceklerini düşünmüşler ve çok akıllıca bir fikirle ortaya çıkmışlar.

İki tip taksi oluşturmuşlar. Birincisi geleneksel Londra taksisi, diğeri ise üzerinde kocaman harfler ile “Londra sokakları hakkında hiç bir şey bilmiyorum. Tarif edebiliyorsanız sizi götürmekten memnun olurum.” yazan diğer taksi grubu… Bu uygulama Londra’da uzun süredir yaşayan ve şehri iyi bilen insanların aşırı ilgisi ile karşılanmıştır. Çünkü ilk defa gideceği yolu kendisi seçme, kontrolü ele alma ve “gerçek patron olma” fikri vermiştir. :))))

Çok hoş bir hikaye gibi geliyor olabilir kulağa, ama kulağın gözün ötesinde bir durum var bu hikayede. Akla gelmeyen değişik uygulamalar, yöntemler sizi sadece beklenenin ötesinde sonuçlara ulaştırır. İnsanlar eninde sonunda standartları, normları kırmaya karar verdiklerinde, sınırların ötesine geçebilirler.

Mesela mobilya işindeyseniz, her gün mobilya imalatı, montajı, nakliyesi, yerinde kurulumu ile uğraşırken, bir anda “Artık montajla uğraşmak istemiyorum. Müşteri alsın parçaları, kendisi kursun” gibi sıra dışı bir istekle ortaya çıkarsanız IKEA oraya çıkabilir.

Veya bir gün artık bilgisayarları kocaman kasalar ile beraber satmak istemiyorum diye ortaya çıkarsanız, monitör ve kasası bütünleşik Mac PC ortaya çıkabilir.

Size deli gözü ile bakacakları bu düşünceleriniz, size aslında çoğunluğun gelişim ve değişim önündeki en büyük engel ve yanlış yolda olduğunu anlatacak en güzel delildir. Bu sayede işinizdeki sorunları düzeltmekten kurtulup ancak büyük değişimlere açılabilirsiniz.

Markus Aurelius’un güzel bir sözü var. “Hayatın amacı çoğunluğun tarafında olmak değil, kendini deliler arasında bulmaktan kaçmaktır.”

Eğer herkesin yaptığını yapmaktan kendinizi kurtaramıyorsanız ve sürüden ayrılamıyorsanız, muhtemelen sıkışmışsınızdır. Bu nedenle herkesin başarısızlıklarından da kurtulamazsınız.

Sadece %3 oranında insanın beklentilerin ötesinde muhteşem sonuçlara ulaşabildiğinden bahsetmiştim. Siz bile bugün itibarı ile sınırlar ötesinde düşünmeye, normları ve standartları kırmaya karar vererek, bu %3’lük gruba katılabilirsiniz.

Alternatifi ise; %97’nin içinde kalabilir, herkes ne yapıyorsa aynı şekilde yapmaya devam edebilir, tekrar tekrar yaptığınız davranışlarınızla farklı sonuçlar almayı bekleyebilir, sonuçta herkesin elde ettiği sonuca ulaşabilir…

Ve kendi işinizin patronu olduğunuzu düşünerek, aslında o %3 için çalışmaya devam edebilirsiniz.

Herkes kendi seçimlerini yaşar, ve artık tercih sadece size ait…

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s